Işınlanıyoruz Ama Nereye?
Bayramların belki de en sevimsizini geçiriyoruz. Şikâyet ettiklerimizi bile arar olduk. Geleneklerimizden büyük büyük adımlarla mecburi bir şekilde uzaklaştırılıyoruz. Bu durum bizleri telefonumuza tabletlerimize tv ye daha da yakınlaştırdı, hatta bağımlı hale getirdi. Ve bu bağımlılık bizleri, sınırlı iletişim kurabilen, dost sohbetlerinden uzaklaştıran sigara tiryakiliği gibi zararlı bir bağımlılık girdabına usul usul girmemize sebep olan bir hastalık haline dönüştü. Sizce de öyle değil mi?
Kendimizi geliştirdiğimizi düşünerek filmler diziler izleyerek mecburi araştırmalarımız yanında geçirdiğimiz vakti kendimize ayırdığımızı düşünüyoruz fakat kendimizden ışınlanıyoruz, farkında bile olmadan kendimizden uzaklaştırılıyoruz. Evimizin oturma odasında salonunda telefonumuzla tabletimizle televizyonumuzla meşgulken; vücudumuz koltukta ruhumuz beynimiz nerde? Işınlanıyor muyuz? Ben buna sınırlı ışınlanma diyorum. İnsanı kendi kendine bile bırakmamak, kendinden sıkılan insanların arayış için girdiği internet deryasına yüzme bilmediği halde o okyanusa kendini bırakması gibi. Yüksek bir yerden ipsiz güvenliksiz atlar gibi… Teknolojiyi sınırsız bilinçsiz kullanmak bu kadar tehlikeli… Sonuçta göz nereye bakarsa gönül oraya akar demiş büyüklerimiz! Peki, gözünüz bunca hızlı geçişlerin yaşandığı bu hızlı âleme alışmışken gönlünüz belli bir şeyde ne kadar uzun süre kalabiliyor! Kalamıyoruz maalesef… Hızlı geçişlere alıştırılan göz, beyin diğer organlarımda hıza alıştırınca insandan insana, kıyafetten kıyafete, mekândan mekâna hızlı hızlı tüketme tutkumuzu ateşledikçe; yerimizde duramayan kolay adapte olamayan sürekli daha yenisini arzulayan, arzularını köreltemeyen memnuniyetsiz insan toplulukları halinde dönüştürüldük. Bu kararsız çabuk sıkılan hallerimizle plan proje üretebilecek kadar vakti bir amaç uğruna harcaya biliyor muyuz? Neler üretiyoruz! Neler tüketiyoruz! En çok kendimizi tüketiyoruz. Bizlere verilen bu sınırlı ömrün yarısından fazlasını tatmin edemeyeceğimiz bir tatminsizlik peşinde heba ediyoruz.
Sahi Biz Kimdik?
Bu dönüşüme mecbur bırakıldık, belki de bilerek isteyerek dönüşüyoruz ve her geçen gün bu yeniliklere bir yenisi daha eklenecek, dönüşerek özümüzden olacağız. SAHİ KİMDİK BİZ? Ne için gelmiştik dünyaya? Sadece tüketmek için mi? Varoluş sebebini unutmamış bu uğurda can vermiş atalarımızın bize olan aktarımını kaybolmuş bizler nasıl hatırlayacak ve o aktarımı nasıl bir sonraki nesille sağlıklı bir şekilde verebilecektik? YÜZMEYİ ÖĞRENEREK… İYİ YÜZÜCÜ OLARAK…
Her insan mutlaka kendine sormuştur; ben bu dünyaya neden geldim diye? Bu güzel topraklarda doğan böyle köklü bir tarihin evlatları bu sorunun cevabını elbette çabuk bulacaktır. Kuşaklar arasındaki bu hızlı geçişleri bilinçli bir şekilde insani, dini, ahlaki süzgeçlerden geçirip varoluş sebebimize uygun hale getirebilmek yaşadığımız bu hız zamanını kendi çıkarlarımız doğrultusunda kullanabilmek silahı doğru yerde doğru şekilde kullanmakla eşdeğer aslında. Elimizde bir silah var. Bu silah hızla akan bilgi silahı. Genlerinin farkında olan nesil yetiştirebilmek bu süreçte en büyük kozumuz aslında. Göç eden yeni düzenler tanıyan adapte olan bildiklerini öğreten yeni bilgiler öğrene öğrene orta Asya’dan orta Avrupa’ya kadar yer değiştirmiş bir milletin evladı bu hızlı düzene de mutlaka adapte olup kendini boğulmadan, kendinden özünden olmadan, ailesinden ışınlanmadan hayatı kaçırmadan yaşamayı öğrenecektir.
Bilinçli anne babalar bilinçli nesiller demek. Kendini bilen insan varoluş sebebine ulaşmış insan binlerce binin arasında kendini bilir. Bizler yünü olmayan dokumacılar değiliz… Tarihimiz en büyük sermayemiz. İNANCIMIZI UYKUDAN UYANDIRMA VAKTİDİR. Uyuşuk sürekli uyku hali bizleri üretemeyen kolay yönetilen insanlar halinden uyanma vaktidir. İnsan aslında yeryüzünün en büyük hastalığıdır. Bizler tarihi misyonumuzla bunu değiştirebiliriz kudret damarlarımızda sürekli akış halinde yeter ki uyanalım ışınlanmayalım!